5 Eylül 2009 Cumartesi

Bir hırçın yürek için!..

"ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda,
coşkusundan kırılmış kaburgamız.."

İmge Dedim Adına


giz by ~esece on deviantART




Son çocukluk da bitmişti ömrümde
Düşlerim belki kış ölüsü belki yaz
Kırlara bahar yetmese de içimde
Yüreğim nar çatlamasıydı sana kadar
Dilimde sözcüklerin çelik direnci
Sesimde ölüm rengine inat aşklar

Mavilikler yasaklandı gökyüzünde
Özgürlüğü kuş kanatlarında bekledim
Doğduğum gün adına "imge" dedim

Sevdim bütün insanları insan yanlarını
Sen de seveceksin
Dallarına su yürümüş ağaçlara güleceksin
Kar yağsa da yaktığın ateşler üstüne
Ateşi yüreğinle körükleyeceksin
Kuş sesleri de ertelenebilir güne karşı
Çiy de düşebilir anıların üstüne
En güzel ezgileri nehirağzı denizlerde
Hep kendi sesinle türküleyeceksin
Hüzün ağaçlarının sevinç açtığını
Adının sonsuz anlamında göreceksin

Sevdim soluğunu rüzgar kılan insanları
Soluğumu soluklarına kattım
Bir damla uğruna gökyüzünü omuzladım
Bir çocuk ölümleri ağlatti beni
Bir de türkülerde kalabalık ihanetler
Gülüp geçtim yalan iktidarlar görkemine
Aşk adına sesimi sürdüm namlulara
En büyük eylemleri söz eyledim
Doğduğun gün adına "imge" dedim

Sen elbette sen olacaksın biliyorum
Sesinde yirmibirinci yüzyılı dinliyorum

Adnan Yücel

12 Ağustos 2009 Çarşamba

feryad-ı isyanım

KORKULAR GAZELİ


koku by ~esece on deviantART

***

Fal bilmez bu işleri, içimiz yanlış bir korkuyla yırtılır!
İnleyen bir gök tadında, uçmanın nafile sevinciyim, kuşlar yırtılır!

Ruhum gurbet odası, sözler esrik, taşlar yorgun, hayat tuhaf, yollar yırtılır!
Kendimi çaksam fırtına, bir daha yansam çöl garip, köle yırtılır!

Neyin tıkanıklığı bu yazgı, kendime katlanmışım, gecesi pusulanın yırtılır!
Başım dönüyor kendimi öldürmekten, keder ezilmiyor, aklımız yırtılır!

Yeter! Bu şehri terk etmek geliyor içimden, aramızdaki duvar yırtılır!
Ay düşünür, ağaç bilir, gölgelerimiz bile yalnız, ışığı akşamların yırtılır!

Şu zalimi kalbimden kazımalıyım, üşüyor mermer, sanki sular yırtılır!
Ey saflığın yanık meleği, her yanım kanlı, şarap devrilir, sürgün yırtılır!

Susmayan bir sıkıntıyım, toz kondurtmam buhar olan ne varsa, anılar yırtılır!
Her şey hayâl olur, hiç uyumaz gövdem, anlamın seması yırtılır!

Boynum eskimeyen bir gam vaktidir, kırılır sesimizdeki arzu, boşluk yırtılır!
Bu gazel sarhoş bir yağmura benzer, kim nefesiyle kalmıştır, insan yırtılır!

Engin Turgut

21 Temmuz 2009 Salı

"geceleri uyuyamayan çocuklardık"

siz misiniz?


"Yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz? 
 Elimi suya uzatıyorum, siz misiniz? 
 Siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum. 
 Belki de kim diye sorsalar beni 
 Güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi 
 Belki de alıp başımı gideceğim 
 Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin 
 Nereye, ama nereye olursa gitmenin 
 Hüzünle karışık bir ağrısı." 

  E. Cansever


5 Temmuz 2009 Pazar

"fışkırmak, beni dünyada hep eğri gösterecek!"

Çağımızda Her Aşk


Ayrıntılardan arındırsam hayatımı;
desem ki: ben Elsa'yı çok sevdim.
O kadar. Bir kapı aralandı kısaca:
Bir başka dünyada, başka bir çağda
mümkün olabileceğini gördük aşkın.
Usulca kapandı tekrar kapı sonra.

Uzun uzun durmasam üzerinde;
desem ki: ben Elsa'yı çok sevdim.
O kadar. Aşkın başkalarını dışladığı,
sevdanın ille de bire bir yaşandığı yerde,
biri bir başkasını ne kadar sevebilirse,
o kadar sevebildim ben de işte.

Desem ki, böylesi bir dünyada,
böyleyken insan ilişkileri
başka türlü sevemezdik zaten.
Elsa duymuyorsa artık sözlerimi,
ne anlamı olabilir ki dediklerimin!
Sonuç olarak yenildik işte.

Desem ki, yumuşak bir sesle,
baştan yeniktir çağımızda her aşk.
Herkes gibi yenildik işte biz de.
İsyan etmesem, doğal karşılasam
ve ağlamayabilsem.
Ağlamasam.

Desem ki, değişecek birgün herşey,
çıkacak aşk bireylerin tekelinden.
Ne değişir ki bizim için? Ne değişir ki? 
Baştan yeniktir çağımızda her aşk
ve çağımızın çocukları, Elsa'yla ben,
yenildik işte herkes gibi.


Roni MARGULIES

20 Haziran 2009 Cumartesi

"öpüştürelim yaramızı!"

Beni kuş sesleriyle yıka


Işık işçisiyken henüz gülümsemen..

Rüzgâr geceye yol alırken
Asılı kalmışken dallarda bahar
Akşama düşmemişken yıldızlar
Umut kurumamışken
Gözyaşlarınla yıka....

Beni sığındığım göğsünün
Gök gürültüsüyle yıka
Çam kızılı bir sevda
Yanarken avuçlarımda
Dağlarda kar ateşiyle
Kardeş kanıyla
Beni babamın bakışlarıyla yıka..

Çiçeğin yansımasıyla /çiy tanelerinden
Gök kuşak bağlamamışken yedi rengine
Öptüğüm Dicle'dir
Aktığım tenin
Beni tanımadığım halkın
Ağıtlarıyla yıka...

Şair kıran fırtına
Toz duman satırlarda
Kalemin kâğıdı
Kanatmasıyla yıka...

ZEYNEP GÜNGÖR KAYA

16 Haziran 2009 Salı

parçalansın dilin mührü...

parçalansın dilin mührü söze kara çalınsın 
soyulsun kutsal harflerin kabuklu gövdesi 
kirlenmiş toprak mihrak tohumları karışmış suya 
söylesem korkarım incinir zerdali 
haysiyetsizlik zenginlik sanılıyor artık bu çağda...
Bayram Balcı

Mavi Bulutlara Bakamaz /Kurşun Yağmurları


Yaşam: ince bir kıvılcım gibi saramadığından düşlerimizi
Bahar tadı düşmedi damadığımıza, nicedir,
Kızıl bir tuvalden taşmıyor gayrı aşkın çizgileri.

Hınç yüklü bir şilep misali__
____vuruluyor ardımızdan kırbacını zaman.
Mevsim, hasat sonu ömrün / yüreğim boğum boğum ayrık otu
Karanfil kokularını toplayamazsın ki yarına.

Yine, yağmada kıyılarımız / kan revan içinde alın terim
Ki ömür, gelgitlerinde çırpınır hayatın
Bam teli çalınmış akortsuz saz misali beden
Hangi teline dokunsam____
____ içli ve derin sızılar yankılanır tınısında.

Mavi bulutlara bakamaz / kurşun yağmurları
Masallarla büyüttükte yarına / yaşamı büyütemedik.

Sevdaları yağmalanmış yeşil, / acısını ayaklarına bırakır dağların
Denizlerin dalgalı çıngırak seslerine__
______sürer içinde aşk korkularını da,
çentik çentik çizilir / gelgitlerin beyaz köpüğüyle hayat.

Acılar çığlıkla merhaba derken yaşama
Sevda, oyuncağı olur ilk solukta hasretin.

Şimdi sahipsiz meydanlarda / kırılmış özlemler gezinir
Ki yarın dilsiz ayrılıklara gebe _
_______ kurtlar bulanık havalarda düşer leş peşine.

Kucağımızda bir demet kasımpatı__
____yorgun dudaklarda can çekişiyoruz¬¬_
__ sokaklarda hala sevdaları yağmalanmış yeşil.

Karanfil kokulu sabahlarda ağırlarız korkularımızı,
Biliriz mavi bulutlara bakamaz / kurşun yağmurları_
_____dökülür yüreğin kızılına
Bir yandan, asırlık çınarlar soluyor iken öfkeyi__
____bir yandan / biçiliyordur anılarımız. 

Abdullah Oral

14 Haziran 2009 Pazar

Biley Taşı

eriyen bakışlarımda çözülürdü zamanın uğultusu
gelirdin: dudaklarının arasında yağmurun sesi
unuturdum, uzayıp giden gökyüzü kime kapalı
neden her şey vecdini soldurur
çocukluğunu anlatırken neden mendil ister babasız kadınlar

bilmedim, çünkü herkesin kalbi artık biley taşı
herkes hırpalarken kısık sesle canını
bazı babaların yasıyla yaşarken herkes
savurdum bir sitemle ölümün giz dilini
ne baba ne oğul olabildiğim kadın, bağışla:
ey yetim, bu aşkta da babanı bulamadın galiba!
Kemal Varol




Bunu hiç unutma Meryem….


"Bir erkeğin kalbi fesat, habir bir şeydir, Meryem. Bir ananın rahmine hiç benzemez. Kanamaz, sana yer açmak için genişlemez..."

Khaled Hosseini

11 Haziran 2009 Perşembe

.♥•*¨*•♪ ♪•*¨*•♥♥•*¨*•♪..♥•*¨*•♪

¤.¸.¤°´¯`*¤*¤.¸.¤°´¯`¤ ¤.¸.¤°´¯`*¤

.................................................................................
Kanada'daki "Ojibway" Kabilesi'nin duası: 
"Rüzgarda sesini işittiğim nefesiyle dünyaya hayat veren yüce ruh, duy sesimi! 

Küçük ve güçsüzüm. Senin kuvvetine ve bilgeliğine ihtiyacım var. Güzellik içerisinde yürümeme ve gözlerimin kırmızı ve mor gün batımlarını izlemesine izin ver. Ellerimin senin yarattığın şeylere saygı duymasını ve kulaklarımın sesini duyabilecek kadar keskin olmasını sağla. Beni bilge yap ki öğrettiklerini anlayabileyim. Her yaprağa ve kayaya gizlediğin dersi öğrenmeme izin ver. Kardeşlerimden daha üstün olabilmek için değil; en kötü düşmanım olan 'ben'i yenebilecek kadar kuvvet istiyorum. Sana temiz ellerim ve bakışlarımla gelmemi sağla ki; hayat tıpkı batan güneş gibi solduğunda, ruhum sana utanmadan geri dönebilsin!"


9 Haziran 2009 Salı

Sting - Desert Rose

ÖDÜNÇ HANÇER ÖLDÜRMEZ BENİ / MURATHAN MUNGAN


ödünç hançer öldürmez beni 

bir küfür gibi kara 
kayış dilini ver 
binlerce kez açıklasam da 
dilini çözemediğim ihanet 
gel bir daha bende dene kendini 
ne sen öldürebiliyorsun beni bu cenkte 
ne ben yenebiliyorum seni 
yazıldığın mevsime çok su ver kendi izinden 
giden yolları suçlarından arındır 
arkanda kaldı seni ilerde bekleyenler 
unutkan şiirler, kopmuş alıntılar 
hiçbir zaman kullanamadığın hatıralarla 
kendine yazdığın yaşam öyküsü! 
ah, bu kadar aşk herkesi yanıltır 
gelme üstüme 
boşalmış yeminlerin bileği 
ben sandığın sözcüklere vuran aksimdir 
ödünç hançer öldürmez beni 
ya başka bir silah seç kendine 
ya bırak başkasının ellerine 
ölüm aşkın işidir 
kork benden sevgilim 
ahretin olurum senin 
bu kadar çok seven öldürmesini de bilir 
ben seni 
çok yanılmış kalplerin sağlamlığıyla sevdim 
gücümdü güçsüzlüğüm 
ey, izini sürdüğüm ruhumdaki kara gölge, 
büyüttüğüm oğullarımı bir bir elimden alan hayat 
yanıltma beni, beni bana yakıştır 
son darbeden önce ilk sözü söyleyemeyen! 
kolay değil ödenmiş hayatın katili olmak 
kör eder hançerini içimin gücü 
ölümü göze alan yaşamasını da bilir


7 Haziran 2009 Pazar

Tanita Tikaram - Twist in My Sobirety

Bilinçaltı Oyunları- I

-fışkırma-


-Önce-

Dur …durul…düşün…yorul…
“uyudu uyanamadı” dediler

Sayıkla…uyudu uyanamadı….uyudu uyanamadı….uyudu uyanamadı… uyudu… ama uyanamadı…

Hiç

Hiç’ten hep’e…Hep’ten hiç’ e… acıklı döngü

Acıklı döngü…acıklı döngü…acıklı döngü….



-Şimdi ve burada-


“Patolojik bir vak’a” dediler

Hatırlamadın mı?

Unuttun mu değil…

Bêje…bêje…bêje…

hatırlamadın mı? 

-ladım

21 numaralı oda hep aynı şarkı dönüyor…kadın yatakta…kadın ayakta… epeyce iç ses…epeyce dış ses… epeyce sesin sesi… sus… sessizliğin sesi…sus…

karanlık…üzgünmüş gibi yapma efekti… unutulmuş bir adı duyumsama…
çekil… .çekil…çekil…gök yüzümden çekil… 

küçüktü, gölgesi uzayınca kadın…


-sonra-


gün akşam oldu… bütün renkler aktı içe… sesler…sözler…sayılar…

saydı…sayamadı… hep sıfırda kaldı…kalktı…

cezir…



mekan: dip

zaman: o an

6 Haziran 2009 Cumartesi

"sargılı kanatlarım duvara çarpa çarpa...."

gül ve kül / metin kaygalak

  -güle senâ olsun...



I

söz kurudu!
kilitlendi dilimdeki nehir.

ölü bir dildi dilim
sesim
çarmıh ve oğul.

II

bir göldüm,
kurudum
bir güle döndüm.

rahme râm oldum
ve düştüm.
lehimlenen gözlerle
döndüm ışığa.
baktığım her yer çöl
sustuğum her gül
bir aldanış...

III

kederden bildim her şeyi.
toprağın
ve gülün ahı
kederden...

IV

mecrasını unutan
bir ırmak edasıyla
döndüm denize.
içinde dili ben
sesi kül olan bir ayla
tutundum
güneşin gölgesine...

yokluk!
unuttuğum ve var olduğum
her sözde...

V

meleklerin lütfuyla
geçtim,
sihirli taşlara
bıraktım
dilimdeki lekeyi,
sulara...

yolu kim bilir...
bu iz
bu rüya
ağladığım ve kör olduğum
bu dua...

varlık!
anladım sonunda
her şey gül'edir....

VI

kandili ben yaktım
külü savuran sen...
telaşla kaçıyorum
sözü hayattan,
ışığı söndürme oğul
gölgesine güven...

VII

zehrimi bıraktım
gecenin
çürüyen tenine.
dilsiz bir mahyâyla tutundum
soğuduğum
ve yüzleştiğim
ipeğe...

tükeniş!
bu gül
bu ten
söz ve külden öte...

VIII

her şey irin!
adıma biriken
bu kara
sarfedilen bunca söz...
bir eczâyla tutuşuyor
dilim
gecenin gizli yarasına...

IX

seçemem kendimi hatıralardan.
bu sis
titreyen bu perde
birazdan geçer dediğim
bu ses...

eksiliş!
soğudum tutuştuğum
o tende.

yerim yok,biliyorum.
dilsiz bir hevesle
büyüyttüm vebalimi
yine de.

X

oysa
sözden ibaretti her şey...
izini sürdüğüm
bu keder
bir ürpertiyle savrulduğum
bu hayat...

artık yeter!

dönemem
çocuklardan çaldığım
kuğuları
ağlattığım yere...

XI

bakışım
sarfetmiyor içimdeki kederi.
bu rüzgâr
ruhumun yabancısıymışım gibi durduğum
bu rüya...
hazır değilim oysa
külümden bir gülle
çıkmaya...
yüküm yok
sözümden başka...

XII

öylece duruyorum
nefsim ve kibrimle...
ateşe
suya
ve toprağa
döndüm yüzümü...
baktığım her yer
damıtıyor kendini
külle...

XIII

unutulmuş bir yüzle
çekildim
yüzümün sayhâsına...
hangi yanıma dönsem
düşerim incilerden yaptığım
tuzağıma...

dönüş!
sığınan bendim
sığınılan da...

XIV

yüzleştiğim o kamaşmayla
tutundum
alnımdaki sarmaşığa.
bu yol
bu esrâr...
hangi yaprağında sustuysam
bu defterin
gördüm
titrek bir iniltiyle
kuruduğunu
bir gülün...

XV

çoktan dönmüş olmalıydım
sustuğum o gövdeye...
yüzümü bağışladım.
kalbim kırık
umutsuz bir dille
gizlense de...
hançerim yok
kalbime saplayacak
gülüm de...

XVI

bildim
bir yolcu olduğumu hayattan.
soğumuştum üstelik,
kendime
bir uzaklık duygusuyla
yanaşmaktan...
sıfatım düştü,
ruhunu bir güle
rehneden hilekârdım artık.

XVII

ilişebilirim
ertelenmiş rüzgârla
gülün gölgesine.
terkedilmiş
bir sızıntıyla akan
bu hayat...
sorarım
hangi aşkla büyür gece
incinmiş bir yarasanın gözünde...

bilen yok oysa...
küstüğüm bu deniz
bu ırmak
sürüklenir içinden
gülle...
solan bendim
bu son gülüş
ve külle...

XVIII

önündeyim
yakalandığım o hatırayla
solgun bir gülün...
vazgeçebilirdim oysa
ürkek bir titreyişle
uğraşmaktan kendimle.
bilsem
külden de olacam
gülden de
susmayı öğrenirdim
bu ses
ve bu dille...

sonunda anladım
gül de bendim
kül de...


Metin Kaygalak /Yüzümdeki Kuyu'dan

(Avesta Yayınları s.78-95)



4 Haziran 2009 Perşembe

marilyn marilyn baksana

FAHRİYE ABLA

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar 
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar 
Bu afyon ruhu gibi baygın mahalleden 
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın sen! 
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen 
Gözlerin , dişlerin ve akpak gerdanınla 
Ne güzel komşumuzdun sen fahriye abla 

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi 
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi 
Güneşin batmasına yakın saatlerde 
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede 
Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede 
Bahçede akasyalar açardı baharla 
Ne şirin komşumuzdun fahriye abla 

Önce upuzun sonra kesik saçın vardı 
Tenin buğdaysı , boyun bir başak kadardı 
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin 
Altın bileziklerle dolu bileklerin 
Açılırdı rüzgarda kısa eteklerin 
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla 
Ne çapkın komşumuzdun sen fahriye abla 

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya 
En sonunda varmışsın bir erzincanlıya 
Bilmem şimdi hala bu ilk kocandamısın 
Hala dağları karlı erzincandamısın 
Bırak geçmiş günleri gönlüm hatırlasın 
Hatırada kalan şeyler değişmez zamanda 
Ne vefalı komşumuzdun sen fahriye abla

 AHMET MUHİP DIRANAS



3 Haziran 2009 Çarşamba

nöbetçi sevgili

BU YOL AŞKA ÇIKIYOR / AHMET ERHAN


Bu yol aşka çıkıyor
Doğru git,sola dön
İşte o denizi ben yarattım
Şu çiçeklerin adı neydi
Sümbül,manolya
İşte onları da
Bu yol aşka çıkıyor
Benden söylemesi

Yüzünde hüzün tanecikleri
Saçının her teli rüzgar
Sende sonsuzluğa doğru akan bir şeyler var
İnsanın şiire inanası geliyor
Kar gibi birdenbire dağılası
Ve seninle bir kartopu olası sonra
Kalbinin düğmelerini koparası

Avucumdaki çizgiler kadar bildiğim
Ve sonra unuttuğum bir şehrin
Solgun bir semtinde
Elli yaşımın ve yoksulluğumun koynunda
Yaşayıp duran diriliğim
Bu yol aşka çıkıyor

2 Haziran 2009 Salı

"Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır"

KALBİM DİNAMİT KUYUSU / AHMED ARİF


Beni, gözlerin götürür
Gözlerin
Aşkla, acıyla...
Kuşatmışlar
Sesimi, soluğumu
Kesilmiş
Tuz-ekmek payım
Vurgunum
Ve darda,
Gözaltındayım.
Dal, kor keser
Penceremde açarsa
Kuş, vurulur
Üzerimden uçarsa.
Ve hal böyle böyle,
Yol bu yöndeyken
Gelir,
Ki her gelişinde
Daha da içten
Gelir,
Soluk soluğa
Benim olursun.
Amansız sarmasında
Kollarımın
Esrik,
Çığlık çığlığa
Erir, kar gibi vücudun...
Nicedir,
Kahpe ağzında
Bir salgın,
Bir deprem gibi künyemiz.
Nicedir,
Başımıza zindan dünyamız.
Biz ki
Yarınıyız halkın,
Umudu, yüzakıyız,
Hıncı, namusu...
Şafakları,
Taa şafakları
Hey canım,
Kalbim
Dinamit kuyusu...

1 Haziran 2009 Pazartesi

neyse… neyse... neyse...!!!

KESTİM KARA SAÇLARIMI / Gülten AKIN


Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön
Yasaktı yasaydı töreydi dön
İçinde dışında yanında değilim
İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi
Bu nasıl yaşamaydı dön

Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, kullanmam gerekti

Tutsak ve kibirli -ne gülünç-  
Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez
İçimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı
Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum

Kestim kara saçlarımı n'olacak şimdi
Bir şeycik olmadı - Deneyin lütfen - 
Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın

Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi
Bir yaşantı ile karşılayanlara
Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum

28 Mayıs 2009 Perşembe

"üşümüşüm... ölülerimi taşıyordum. öyle sağır."

Küçük Prens

Küçük Prens, başka bir gezegenden dünyaya ziyarete gelir vee....

kendi gezegeni etrafında dolanabileceği kadar küçüktür.Arkadaş olarak sadece bir gül'ü vardır.Gül ona kainattaki en güzel şey olduğunu ve eşinin benzerinin olmadığını söylemiştir.Fakat dünyada bir gül bahçesinde beş bin tane gülü görünce,kendisinin hiçbir şeye sahip olmadığını, gülünün çok sıradan bir çiçek olduğunu düşünür.Ağlar...

XXI.

İşte tilki o zaman ortaya çıktı.
- "Günaydın," dedi küçük prense.
- "Günaydın," dedi küçük prens nazikçe ama kimseyi görememişti.
- "Buradayım," dedi tilki. "Elma ağacının altında."
- "Kimsiniz" dedi küçük prens.Sonra da, "çok güzel görünüyorsunuz" diye ekledi.
- "Tilkiyim ben," dedi tilki.
- "Benimle oynar mısın?" dedi küçük prens. "Cok mutsuzum."
- "Hayır," dedi tilki. "Oynayamam; evcil değilim ben."
- "Öyle mi? Bağışla beni," dedi küçük prens. Ama bir süre düşündükten sonra, "Evcil ne demek?" diye sordu.
- "Sen buralı değilsin," dedi tilki. "Ne arıyorsun buralarda?"
- "Insanları arıyorum," dedi küçük prens. "Evcil ne demek?"
- "Insanları mı arıyorsun? Silahlari var ve avlıyorlar. Cok can sıkıcı.Ayrıca tavuk yetiştiriyorlar.Tek konuları bunlar. Tavuk mu arıyorsun?"
- "Hayır," dedi küçük prens. "Arkadas arıyorum. Evcil ne demek?"
- "Genellikle ihmal edilen bir iş," dedi tilki. "Bağlar kurmak anlamına geliyor."
- "Bağlar kurmak mı?" Tilki :
- "Yani," dedi. "Örneğin sen benim icin hala yüz bin öteki çocuk gibi herhangi bir çocuksun. Benim icin gerekli de değilsin. Senin icin de aynı şey. Ben de senin için yüz bin öteki tilkiden hiç farkı olmayan bir tilkiyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimiz için gerekli oluruz o zaman. Benim için sen dünyadaki herkesten farklı birisi olursun. Ben de senin için eşsiz, benzersiz olurum..." Küçük prens,
- "Anlıyorum galiba," dedi. "Bir çiçek var...Galiba o beni evcillestirdi..."
- "Olabilir," dedi tilki. "Dünyada böyle şeyler hep olur."
- "Ama hayır, o Dünya'da değil," dedi küçük prens.Tilki şaşırmıştı. Merakla,
- "Başka bir gezegende mi?" diye sordu.
- "Evet."
- "Orada avcılar var mı?"
- "Yok."
- "Aman ne hoş! Peki tavuklar?"
- "Hayır, tavuklar da yok."
- "Hiçbir şey mükemmel olamıyor," diyerek içini çekti tilki.
Birden aklına bir fikir geldi.
- "Benim yaşamım çok tekdüze," diye anlatmaya başladı."Ben tavukları avlıyorum; insanlar da beni.Bütün tavuklar birbirine benziyor, bütün insanlar da... Bu yüzden çok sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen yaşamıma güneş doğmuş gibi olacak. Duydugum bir ayak sesinin ötekilerden farklı olduğunu bileceğim.Öteki ayak sesleri beni köşe bucak kaçırırken seninkiler tıpkı bir müzik sesi gibi beni cağıracak, sığınağımdan çıkaracak. Hem bak,şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Buğday tarlalarının da hiçbir anlamı yoktur benim icin. Bu da çok üzücü.Ama senin saçların altın sarısı.Beni evcilleştirdiğini bir düşü! Buğday da altın sarısı. Buğday bana hep seni hatırlatacak. Ve ben buğday tarlalarında esen rüzgarın sesini de seveceğim..." Tilki uzun süre küçük prense baktı. Sonra da,
- "Lütfen.. Evcilleştir beni!" dedi.
- "Çok isterim," dedi küçük prens. "Ama burada çok kalmayacağım. Bulmam gereken yeni dostlar ve anlamam gereken çok şey var."
- "Insan ancak evcilleştirirse anlar," dedi tilki. "Insanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkanlardan her istediklerini satın alıyorlar.Ama dostluk satılan dükkan olmadığı için dostları yok artik.Eğer dost istiyorsan beni evcilleştir."
- "Seni evcilleştirmek için ne yapmalıyım?" diye sordu küçük prens.
- "Cok sabırlı olmalısın," dedi tilki. "önce karşıma, şöyle uzağa çimenlerin üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama bir şey söylemeyeceksin.Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır.Her gün biraz daha yakınıma oturacaksın..." Ertesi gün küçük prens yine geldi.
- "Aynı saatte gelmen daha iyi olur," dedi tilki."örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım.Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin icin çarpacağını bilemez. Insanın belli alışkanlıkları olmalı..." 
- "Alışkanlıkları mı?"
- "Evet.Bunlar coğunlukla ihmal edilir," dedi tilki."Alışkanlıklar bir günü öteki günlerden, bir saati öteki saatlerden farklı kılan şeylerdir.Örneğin benim avcımın bir alışkanlığı vardır.Her perşembe koyun kızlarıyla dansa giderler.Bu nedenle perşembe günleri benim için güzel günlerdir. Üzüm bağlarına kadar sokulabilirim o günler.Ama avcılar herhangi bir günün herhangi bir saatinde gidiyor olsalardı hiç tatilim olmazdı."
Böylece küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ayrılma zamanı geldiğinde tilki, "Ağlayacağım" dedi.
- "Benim bunda bir suçum yok," dedi küçük prens. "Seni üzmek istememiştim ama evcilleştirilmeyi sen istedin..."
- "Evet orası öyle," dedi tilki
- "Ama ağlayacağını söylüyorsun."
- "Evet, öyle," dedi tilki.
- "O halde evcilleştirilmek senin için pek iyi olmadı!"
- "Çok iyi oldu!" dedi tilki. "Buğdayların rengini düşün." Sonra da, "Gidip güllere bak şimdi," diye ekledi. "Kendi gülünün eşi benzeri olmadığını göreceksin.Sonra da gel vedalaşalı. Sana armağan olarak bir sır vereceğim." Küçük prens gidip güllere baktı.
- "Siz benim gülüme hiç benzemiyorsunuz," dedi. "Hatta hiçbir şeysiniz şu anda.Çünkü ne bir kimse sizi evcilleştirdi, ne de siz bir kimseyi.Ilk gördüğüm zamanki tilkim gibisiniz. O zaman yüz bin başka tilkiden herhangi biriydi. Ama şimdi dostum oldu ve benim icin eşi benzeri yok."
Güller çok utanmışlardı.
- "Çok güzelsiniz, ama boşsunuz benim için," diye sürdürdü sözlerini küçük prens. "Insan sizin için ölemez. Doğru, gelip geçici biri için benim çiçeğimin sizden hiçbir farkı yok. Ama o benim icin yüzlercenizden daha önemli;çünkü suladığım,cam bir fanusun altına koydugum, önüne siperlik yerleştirdiğim çiçek o.Çünkü tırtılları ben onun için öldürdüm. (Birkaç tanesini bıraktık, sonradan kelebek oldular.) Çünkü, yakındığı ya da övündüğü, ya da hiçbir şey söylemediği zamanlarda dinlediğim çiçeğim o benim. Çünkü o BENİM çiçeğim." Tilkinin yanına döndü sonra:
- "Hoşça kal," dedi.
-"Hoşça kal," dedi tilki. "Işte sana bir sır, cok basit birşey;Insan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez".
- "Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez," diye yineledi küçük prens; unutmamalıydı bunu.
- "Gülünü senin icin önemli kılan, onun icin harcamış olduğun zamandır."
- "Onun icin harcamış olduğum..." diye yineledi kücük prens.Unutmamalıydı bunu.
- "Insanlar unuttular bunu," dedi tilki. "Ama sen unutmamalısın.Evcilleştirdiğimiz şeylerden sorumlu oluruz. Sen gülünden sorumlusun..."
- "Ben gülümden sorumluyum," diye yineledi küçük prens.Bunu da unutmamalıydı...

26 Mayıs 2009 Salı

"yüreğim mi damarlarımda hışırdayan kan mı?"

"...

bağırarak bu kansız evlerin suratına

bağırarak bu kansız sokakların suratına

bağırarak bu kansız insanların suratına

bağırarak yüreğimdeki kanı
..."


AŞKTA YARIN YOKTUR SEVGİLİ

Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili.

O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır.
Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur.
Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar.
Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular yoktur.
Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili.
İnsan bir başka ışığa teslim olur...
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil,
içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir.
Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur.
Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.

Hindistan`da Ganj Nehri`nin kıyısında yakılan yoksul adamın
hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de...
Newyork`ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının
çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir
sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...

Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili,
kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı
hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye.
Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda,
gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri,
o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim.
Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...

Aşk çok eski bir şeydir sevgili.
Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer.
Sevdiğimiz insanların çocuklukları da...
Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer.
Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider,
hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...

İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır.
Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır...
Bazen denizler, kıyılar çeker insanı.
İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde
yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu.
Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara...
Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi...

İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda
umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler,
kıyılar çekecek bizi.

Nasıl biz başkalarının
korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak,
yenilgimizi, umutsuzluğumuzu...

Birazdan sabah olacak...
Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular başlayacak...
Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve
hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım...

Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış.
Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını,
cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri
alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek...

Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...

Aşkta yarın yoktur sevgili...



Cezmi Ersöz 


24 Mayıs 2009 Pazar

eski bir fotoğrafımı tutuyorsun

---artık ona benzemiyorum---
---artık ona benzemiyorum---
---artık ona benzemiyorum---
---artık ona benzemiyorum---

Kuşlarım Üşüyor /Altay Öktem


cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor
ben de üşüyorum desem kim inanır
bunca yıkıntının altında
bunca kırık cam batmışken ayaklarıma

belki yine seviyordur diye bir papatya kopartıyorum
yapraklarını yoluyorum, çiğniyorum, zıplıyorum üstünde
nasıldı bu fal, yani nasıl açılırdı bir kapının kilidi
anahtarı deliğe sokmadan önce

tüfek omuza deme komutanım, komik oluyorsun
omuzum olsa başka şeyler yüklerdim üstüne
bir palyaçonun burnunu örneğin
dövüşçü horozların kopan tüylerini
kullanılmış bir mendili koyardım
sonra sıyırırdım kendimi yeryüzünden
yok, yeryüzünü sıyırırdım kendimden

cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor
geriye sayacağım söz veriyorum, vurmayın
vurmayın kuşlarım ağlıyor, geriye sayacağım

anne, hangi sayıdan başlayacağım?


23 Mayıs 2009 Cumartesi

¤.¸.¤°´¯`*¤*¤.¸.¤°´¯`¤ ¤.¸.¤°´¯`*¤.¸.¤

mor intiharlar / serkan engin


mor intiharlar dolduruyorum ömrümün şarjörüne
yalayıp geçiyor yüzümü ölüm senfonileri

kapkara bir kahkaha düşüyor saçlarımdan önüme
kimseler görmüyor içimden sökülen nehirlerin gürültüsünü
kurşuna diziliyor düşlerim dolanınca boynuma kederin elleri
sözcüklerim üşüyor kimsesizlik paçalarıma sürtününce


mor intiharlar dolduruyorum ömrümün şarjörüne
yalayıp geçiyor yüzümü ölüm senfonileri




22 Mayıs 2009 Cuma

şükür...

---kalbim soğudu---
şükür
anladım anladım anladım
şükür
kalbime serinlik verene
sonsuz ...

ONUNLA YAT BU GECE / YELDA KARATAŞ

Yitirilecek bir bedenin hesabı mı sorulacak Onunla yattığında bu gece: Yat!

Bedeninden gelen her ürpermenin hazla titreyişlerini bir başka bedene aktarırken gözlerini kapattığında göreceklerinin sahibi olmayı ve bedeninin hazlarını düşünerek kendime işkence etmenin zevkini istemiyorum: Onunla yat bu gece!

Parmak uçlarında yalnız ikimize ait bir duygu olarak var ettiğimiz ve yaşamımızın her anına özenle aktardığımız o eşsiz kabarmayı onunla da paylaşıyorsa tenin ve ötesi kalbin: Yat onunla bu gece!

İki insan arasında büyütülen 'şey'in bir dokunuşta bile parçalanacağını bilmiyorsan, belinden aşağıya inmişse hatıraların ve sevgin; adına ihtiras ya da şehvet deyip, üstüne engel tanımadığın bencilliğin bin bir eşsiz bahane ve uyduruk içgüdüsel açıklamalar buluyorsa insanlık ve cinsellik tarihine: Bu gece Onunla yat!

Arzunun kendisine itirazım yok haşa! İsteğin belde başlayıp belde bitmediğini bilenlerdenim sadece.

Beden kir tutmaz ama utanç tutar. Bunu unutanlar 'an' katilidir unutma!

Ben senim diyerek bedenime sarıldığında:
Sen değilsen bir tenin tarihini bilinçle yazmanın hesabını gönlünün her noktasında verebilecek ve sen değilsen gözbebeklerimde var olanın teninde var olanla birleşen bir mucize olduğunu hissedebilecek ve sen değilsen ruhunla dokunamadığın bir tene, arsızlığınla emretmeyi reddedecek: Yat onunla ve herkesle her gece!

20 Mayıs 2009 Çarşamba

"madenlerin buharından elde edilen büyü"

Ya Su Ya Meyra /Mehmet Oğuz


ben seni bir boşlukta sevdim
kalbimi unuttuğum bir uzaklıkta
ben seni bir yoklukta sevdim
yoktun hiç olmadın varlığımda

I.
gökten vahyedilmiş bir sözdün ağzıma
kalbime inen kâbe
tavaf ettiğim kitapların dışındaydı yüzün
ellerin rahmetti
gözlerin bismillahsız başlayan sure

ben mürteddim merdudiydim ey azize
rabbin açık kapısı yoktu bana
senin duaların
benim küfrüm
rabbin duvarları vardı kat kat duvakları
bilmezdim aşk dininde
küfürler duaya dualar küfre giyinirmiş
rab bunların hepsinden müstesnaymış
bilmedim
bilemezdim
bilme
din

II.
çürümüş bir aşkın dalından düştüm
ardını hiç görmediğim sürgülü kapına
belki biraz kırgın belki parçalanmış
sense haylaz bir çocuk gibi tırmanıyordun en yüksek dallara
belki biraz çılgın belki sevdalanmış

ortak bir adresi olmadı ellerimizin ve gözlerimizin
düşerken kopardığım çığlığa tutunmuştun sen
bense çocuk gözlerindeki haylazlığa aşka susamışlığına
şimdi birlikte düşüyoruz yine
yorgun bir ayrılığın kollarından
tutunacak kimsemiz yok
birbirimizin yokluğundan başka

III.
doğulu bir sancıydı yüzüm alazlı bir suret
hayat ıssız ve kederli akardı her yerimden
çehresiz bir avuntuydum aynaların asi aydınlığında
bulanık bir sesim vardı sesinde durulan
her şeye suskun hiçbir şey anlatmayan

sen uzaklardan gelmiş bir masaldın kulaklarıma çalınan
uslu çocukların gözlerinde büyüttüğü masmavi bir deniz
ben deli bir poyrazdım
kıyısız denizlerde korsanlarla vuruşan
avunacak bir şey kalmadı artık
çehremi sana bıraktım
hiç değilse alıp götüreceğim bir sesim var şimdi
sesinden çok uzaklara

IV.
aşkı hiç böyle bilmezdim.
bir gece ölüler ve kuyular rüyama girmeden önce

günahkar sözler akıttım kulaklarına
dudaklarına üfledim göğsümdeki cehennemi
gözlerim nikabını delerken
hoyrat ve utanmazdı ellerim
fütursuz ve arsızca dayandım kapına
ayaklarım çamurlu
mabedin talan ve yağma

V.
ey su
ey meyra
ruhuma yüzünden dökülen bu nurla
adını öyle bir yere yazıyorum ki
ölüp toprak olsam da
ve bin yıl geçse de unutulmayacak bir yer
bütün tanrıları sildim kutsal kitaplardan
bir senin adın kalacak vahy olan ayetlerde
meyra
meryem
suyu doğuran ana
adın doğurduğun suyla akacak
zamanın bütün mecralarına

VI.
ağzımı sana getirdim beni susa(ya) sın diye
sus(a) ki bileyim ben neyim bu akan sessizlikte

nicedir bir kuyunun dibinde sustum
bir ses düşsün diye bekledim içime
belki kuyuya atılmış Yusuf’tum
tutundum sessizliğin ince ipine

belki Yusuf değil ben bir kuyuydum
Yusuf kendi düştü benim içime
ben Yusuf’un düşünde gördüğü suydum
aktım Yusuf’un gözlerinden
döküldüm kendi içime

şimdi bir kez daha söyle
kaç Yusuf’a borçluyum ben bu şiirde

(Hani bir gün bana, benim için bir şiir yaz demiştin)