28 Mayıs 2009 Perşembe

"üşümüşüm... ölülerimi taşıyordum. öyle sağır."

Küçük Prens

Küçük Prens, başka bir gezegenden dünyaya ziyarete gelir vee....

kendi gezegeni etrafında dolanabileceği kadar küçüktür.Arkadaş olarak sadece bir gül'ü vardır.Gül ona kainattaki en güzel şey olduğunu ve eşinin benzerinin olmadığını söylemiştir.Fakat dünyada bir gül bahçesinde beş bin tane gülü görünce,kendisinin hiçbir şeye sahip olmadığını, gülünün çok sıradan bir çiçek olduğunu düşünür.Ağlar...

XXI.

İşte tilki o zaman ortaya çıktı.
- "Günaydın," dedi küçük prense.
- "Günaydın," dedi küçük prens nazikçe ama kimseyi görememişti.
- "Buradayım," dedi tilki. "Elma ağacının altında."
- "Kimsiniz" dedi küçük prens.Sonra da, "çok güzel görünüyorsunuz" diye ekledi.
- "Tilkiyim ben," dedi tilki.
- "Benimle oynar mısın?" dedi küçük prens. "Cok mutsuzum."
- "Hayır," dedi tilki. "Oynayamam; evcil değilim ben."
- "Öyle mi? Bağışla beni," dedi küçük prens. Ama bir süre düşündükten sonra, "Evcil ne demek?" diye sordu.
- "Sen buralı değilsin," dedi tilki. "Ne arıyorsun buralarda?"
- "Insanları arıyorum," dedi küçük prens. "Evcil ne demek?"
- "Insanları mı arıyorsun? Silahlari var ve avlıyorlar. Cok can sıkıcı.Ayrıca tavuk yetiştiriyorlar.Tek konuları bunlar. Tavuk mu arıyorsun?"
- "Hayır," dedi küçük prens. "Arkadas arıyorum. Evcil ne demek?"
- "Genellikle ihmal edilen bir iş," dedi tilki. "Bağlar kurmak anlamına geliyor."
- "Bağlar kurmak mı?" Tilki :
- "Yani," dedi. "Örneğin sen benim icin hala yüz bin öteki çocuk gibi herhangi bir çocuksun. Benim icin gerekli de değilsin. Senin icin de aynı şey. Ben de senin için yüz bin öteki tilkiden hiç farkı olmayan bir tilkiyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimiz için gerekli oluruz o zaman. Benim için sen dünyadaki herkesten farklı birisi olursun. Ben de senin için eşsiz, benzersiz olurum..." Küçük prens,
- "Anlıyorum galiba," dedi. "Bir çiçek var...Galiba o beni evcillestirdi..."
- "Olabilir," dedi tilki. "Dünyada böyle şeyler hep olur."
- "Ama hayır, o Dünya'da değil," dedi küçük prens.Tilki şaşırmıştı. Merakla,
- "Başka bir gezegende mi?" diye sordu.
- "Evet."
- "Orada avcılar var mı?"
- "Yok."
- "Aman ne hoş! Peki tavuklar?"
- "Hayır, tavuklar da yok."
- "Hiçbir şey mükemmel olamıyor," diyerek içini çekti tilki.
Birden aklına bir fikir geldi.
- "Benim yaşamım çok tekdüze," diye anlatmaya başladı."Ben tavukları avlıyorum; insanlar da beni.Bütün tavuklar birbirine benziyor, bütün insanlar da... Bu yüzden çok sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen yaşamıma güneş doğmuş gibi olacak. Duydugum bir ayak sesinin ötekilerden farklı olduğunu bileceğim.Öteki ayak sesleri beni köşe bucak kaçırırken seninkiler tıpkı bir müzik sesi gibi beni cağıracak, sığınağımdan çıkaracak. Hem bak,şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Buğday tarlalarının da hiçbir anlamı yoktur benim icin. Bu da çok üzücü.Ama senin saçların altın sarısı.Beni evcilleştirdiğini bir düşü! Buğday da altın sarısı. Buğday bana hep seni hatırlatacak. Ve ben buğday tarlalarında esen rüzgarın sesini de seveceğim..." Tilki uzun süre küçük prense baktı. Sonra da,
- "Lütfen.. Evcilleştir beni!" dedi.
- "Çok isterim," dedi küçük prens. "Ama burada çok kalmayacağım. Bulmam gereken yeni dostlar ve anlamam gereken çok şey var."
- "Insan ancak evcilleştirirse anlar," dedi tilki. "Insanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkanlardan her istediklerini satın alıyorlar.Ama dostluk satılan dükkan olmadığı için dostları yok artik.Eğer dost istiyorsan beni evcilleştir."
- "Seni evcilleştirmek için ne yapmalıyım?" diye sordu küçük prens.
- "Cok sabırlı olmalısın," dedi tilki. "önce karşıma, şöyle uzağa çimenlerin üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama bir şey söylemeyeceksin.Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır.Her gün biraz daha yakınıma oturacaksın..." Ertesi gün küçük prens yine geldi.
- "Aynı saatte gelmen daha iyi olur," dedi tilki."örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım.Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin icin çarpacağını bilemez. Insanın belli alışkanlıkları olmalı..." 
- "Alışkanlıkları mı?"
- "Evet.Bunlar coğunlukla ihmal edilir," dedi tilki."Alışkanlıklar bir günü öteki günlerden, bir saati öteki saatlerden farklı kılan şeylerdir.Örneğin benim avcımın bir alışkanlığı vardır.Her perşembe koyun kızlarıyla dansa giderler.Bu nedenle perşembe günleri benim için güzel günlerdir. Üzüm bağlarına kadar sokulabilirim o günler.Ama avcılar herhangi bir günün herhangi bir saatinde gidiyor olsalardı hiç tatilim olmazdı."
Böylece küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ayrılma zamanı geldiğinde tilki, "Ağlayacağım" dedi.
- "Benim bunda bir suçum yok," dedi küçük prens. "Seni üzmek istememiştim ama evcilleştirilmeyi sen istedin..."
- "Evet orası öyle," dedi tilki
- "Ama ağlayacağını söylüyorsun."
- "Evet, öyle," dedi tilki.
- "O halde evcilleştirilmek senin için pek iyi olmadı!"
- "Çok iyi oldu!" dedi tilki. "Buğdayların rengini düşün." Sonra da, "Gidip güllere bak şimdi," diye ekledi. "Kendi gülünün eşi benzeri olmadığını göreceksin.Sonra da gel vedalaşalı. Sana armağan olarak bir sır vereceğim." Küçük prens gidip güllere baktı.
- "Siz benim gülüme hiç benzemiyorsunuz," dedi. "Hatta hiçbir şeysiniz şu anda.Çünkü ne bir kimse sizi evcilleştirdi, ne de siz bir kimseyi.Ilk gördüğüm zamanki tilkim gibisiniz. O zaman yüz bin başka tilkiden herhangi biriydi. Ama şimdi dostum oldu ve benim icin eşi benzeri yok."
Güller çok utanmışlardı.
- "Çok güzelsiniz, ama boşsunuz benim için," diye sürdürdü sözlerini küçük prens. "Insan sizin için ölemez. Doğru, gelip geçici biri için benim çiçeğimin sizden hiçbir farkı yok. Ama o benim icin yüzlercenizden daha önemli;çünkü suladığım,cam bir fanusun altına koydugum, önüne siperlik yerleştirdiğim çiçek o.Çünkü tırtılları ben onun için öldürdüm. (Birkaç tanesini bıraktık, sonradan kelebek oldular.) Çünkü, yakındığı ya da övündüğü, ya da hiçbir şey söylemediği zamanlarda dinlediğim çiçeğim o benim. Çünkü o BENİM çiçeğim." Tilkinin yanına döndü sonra:
- "Hoşça kal," dedi.
-"Hoşça kal," dedi tilki. "Işte sana bir sır, cok basit birşey;Insan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez".
- "Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez," diye yineledi küçük prens; unutmamalıydı bunu.
- "Gülünü senin icin önemli kılan, onun icin harcamış olduğun zamandır."
- "Onun icin harcamış olduğum..." diye yineledi kücük prens.Unutmamalıydı bunu.
- "Insanlar unuttular bunu," dedi tilki. "Ama sen unutmamalısın.Evcilleştirdiğimiz şeylerden sorumlu oluruz. Sen gülünden sorumlusun..."
- "Ben gülümden sorumluyum," diye yineledi küçük prens.Bunu da unutmamalıydı...

26 Mayıs 2009 Salı

"yüreğim mi damarlarımda hışırdayan kan mı?"

"...

bağırarak bu kansız evlerin suratına

bağırarak bu kansız sokakların suratına

bağırarak bu kansız insanların suratına

bağırarak yüreğimdeki kanı
..."


AŞKTA YARIN YOKTUR SEVGİLİ

Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili.

O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır.
Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur.
Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar.
Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular yoktur.
Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili.
İnsan bir başka ışığa teslim olur...
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil,
içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir.
Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur.
Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.

Hindistan`da Ganj Nehri`nin kıyısında yakılan yoksul adamın
hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de...
Newyork`ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının
çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir
sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...

Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili,
kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı
hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye.
Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda,
gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri,
o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim.
Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...

Aşk çok eski bir şeydir sevgili.
Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer.
Sevdiğimiz insanların çocuklukları da...
Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer.
Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider,
hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...

İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır.
Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır...
Bazen denizler, kıyılar çeker insanı.
İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde
yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu.
Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara...
Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi...

İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda
umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler,
kıyılar çekecek bizi.

Nasıl biz başkalarının
korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak,
yenilgimizi, umutsuzluğumuzu...

Birazdan sabah olacak...
Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular başlayacak...
Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve
hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım...

Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış.
Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını,
cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri
alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek...

Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...

Aşkta yarın yoktur sevgili...



Cezmi Ersöz 


24 Mayıs 2009 Pazar

eski bir fotoğrafımı tutuyorsun

---artık ona benzemiyorum---
---artık ona benzemiyorum---
---artık ona benzemiyorum---
---artık ona benzemiyorum---

Kuşlarım Üşüyor /Altay Öktem


cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor
ben de üşüyorum desem kim inanır
bunca yıkıntının altında
bunca kırık cam batmışken ayaklarıma

belki yine seviyordur diye bir papatya kopartıyorum
yapraklarını yoluyorum, çiğniyorum, zıplıyorum üstünde
nasıldı bu fal, yani nasıl açılırdı bir kapının kilidi
anahtarı deliğe sokmadan önce

tüfek omuza deme komutanım, komik oluyorsun
omuzum olsa başka şeyler yüklerdim üstüne
bir palyaçonun burnunu örneğin
dövüşçü horozların kopan tüylerini
kullanılmış bir mendili koyardım
sonra sıyırırdım kendimi yeryüzünden
yok, yeryüzünü sıyırırdım kendimden

cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor
geriye sayacağım söz veriyorum, vurmayın
vurmayın kuşlarım ağlıyor, geriye sayacağım

anne, hangi sayıdan başlayacağım?


23 Mayıs 2009 Cumartesi

¤.¸.¤°´¯`*¤*¤.¸.¤°´¯`¤ ¤.¸.¤°´¯`*¤.¸.¤

mor intiharlar / serkan engin


mor intiharlar dolduruyorum ömrümün şarjörüne
yalayıp geçiyor yüzümü ölüm senfonileri

kapkara bir kahkaha düşüyor saçlarımdan önüme
kimseler görmüyor içimden sökülen nehirlerin gürültüsünü
kurşuna diziliyor düşlerim dolanınca boynuma kederin elleri
sözcüklerim üşüyor kimsesizlik paçalarıma sürtününce


mor intiharlar dolduruyorum ömrümün şarjörüne
yalayıp geçiyor yüzümü ölüm senfonileri




22 Mayıs 2009 Cuma

şükür...

---kalbim soğudu---
şükür
anladım anladım anladım
şükür
kalbime serinlik verene
sonsuz ...

ONUNLA YAT BU GECE / YELDA KARATAŞ

Yitirilecek bir bedenin hesabı mı sorulacak Onunla yattığında bu gece: Yat!

Bedeninden gelen her ürpermenin hazla titreyişlerini bir başka bedene aktarırken gözlerini kapattığında göreceklerinin sahibi olmayı ve bedeninin hazlarını düşünerek kendime işkence etmenin zevkini istemiyorum: Onunla yat bu gece!

Parmak uçlarında yalnız ikimize ait bir duygu olarak var ettiğimiz ve yaşamımızın her anına özenle aktardığımız o eşsiz kabarmayı onunla da paylaşıyorsa tenin ve ötesi kalbin: Yat onunla bu gece!

İki insan arasında büyütülen 'şey'in bir dokunuşta bile parçalanacağını bilmiyorsan, belinden aşağıya inmişse hatıraların ve sevgin; adına ihtiras ya da şehvet deyip, üstüne engel tanımadığın bencilliğin bin bir eşsiz bahane ve uyduruk içgüdüsel açıklamalar buluyorsa insanlık ve cinsellik tarihine: Bu gece Onunla yat!

Arzunun kendisine itirazım yok haşa! İsteğin belde başlayıp belde bitmediğini bilenlerdenim sadece.

Beden kir tutmaz ama utanç tutar. Bunu unutanlar 'an' katilidir unutma!

Ben senim diyerek bedenime sarıldığında:
Sen değilsen bir tenin tarihini bilinçle yazmanın hesabını gönlünün her noktasında verebilecek ve sen değilsen gözbebeklerimde var olanın teninde var olanla birleşen bir mucize olduğunu hissedebilecek ve sen değilsen ruhunla dokunamadığın bir tene, arsızlığınla emretmeyi reddedecek: Yat onunla ve herkesle her gece!

20 Mayıs 2009 Çarşamba

"madenlerin buharından elde edilen büyü"

Ya Su Ya Meyra /Mehmet Oğuz


ben seni bir boşlukta sevdim
kalbimi unuttuğum bir uzaklıkta
ben seni bir yoklukta sevdim
yoktun hiç olmadın varlığımda

I.
gökten vahyedilmiş bir sözdün ağzıma
kalbime inen kâbe
tavaf ettiğim kitapların dışındaydı yüzün
ellerin rahmetti
gözlerin bismillahsız başlayan sure

ben mürteddim merdudiydim ey azize
rabbin açık kapısı yoktu bana
senin duaların
benim küfrüm
rabbin duvarları vardı kat kat duvakları
bilmezdim aşk dininde
küfürler duaya dualar küfre giyinirmiş
rab bunların hepsinden müstesnaymış
bilmedim
bilemezdim
bilme
din

II.
çürümüş bir aşkın dalından düştüm
ardını hiç görmediğim sürgülü kapına
belki biraz kırgın belki parçalanmış
sense haylaz bir çocuk gibi tırmanıyordun en yüksek dallara
belki biraz çılgın belki sevdalanmış

ortak bir adresi olmadı ellerimizin ve gözlerimizin
düşerken kopardığım çığlığa tutunmuştun sen
bense çocuk gözlerindeki haylazlığa aşka susamışlığına
şimdi birlikte düşüyoruz yine
yorgun bir ayrılığın kollarından
tutunacak kimsemiz yok
birbirimizin yokluğundan başka

III.
doğulu bir sancıydı yüzüm alazlı bir suret
hayat ıssız ve kederli akardı her yerimden
çehresiz bir avuntuydum aynaların asi aydınlığında
bulanık bir sesim vardı sesinde durulan
her şeye suskun hiçbir şey anlatmayan

sen uzaklardan gelmiş bir masaldın kulaklarıma çalınan
uslu çocukların gözlerinde büyüttüğü masmavi bir deniz
ben deli bir poyrazdım
kıyısız denizlerde korsanlarla vuruşan
avunacak bir şey kalmadı artık
çehremi sana bıraktım
hiç değilse alıp götüreceğim bir sesim var şimdi
sesinden çok uzaklara

IV.
aşkı hiç böyle bilmezdim.
bir gece ölüler ve kuyular rüyama girmeden önce

günahkar sözler akıttım kulaklarına
dudaklarına üfledim göğsümdeki cehennemi
gözlerim nikabını delerken
hoyrat ve utanmazdı ellerim
fütursuz ve arsızca dayandım kapına
ayaklarım çamurlu
mabedin talan ve yağma

V.
ey su
ey meyra
ruhuma yüzünden dökülen bu nurla
adını öyle bir yere yazıyorum ki
ölüp toprak olsam da
ve bin yıl geçse de unutulmayacak bir yer
bütün tanrıları sildim kutsal kitaplardan
bir senin adın kalacak vahy olan ayetlerde
meyra
meryem
suyu doğuran ana
adın doğurduğun suyla akacak
zamanın bütün mecralarına

VI.
ağzımı sana getirdim beni susa(ya) sın diye
sus(a) ki bileyim ben neyim bu akan sessizlikte

nicedir bir kuyunun dibinde sustum
bir ses düşsün diye bekledim içime
belki kuyuya atılmış Yusuf’tum
tutundum sessizliğin ince ipine

belki Yusuf değil ben bir kuyuydum
Yusuf kendi düştü benim içime
ben Yusuf’un düşünde gördüğü suydum
aktım Yusuf’un gözlerinden
döküldüm kendi içime

şimdi bir kez daha söyle
kaç Yusuf’a borçluyum ben bu şiirde

(Hani bir gün bana, benim için bir şiir yaz demiştin)